x
   
18.10.2015 15:57:29
Okunma: 4027
0 Yorum

Ayberk Aksu ayberkaksu06@gmail.com
Ben konuştuysam herkes yapabilir!

 
Küçük yaşta otizmli tanısı konulduğunda bizlere otizmli farklı gibi davranılmaması aksine normalden de daha normal davranılması gerektiğini  söylüyo. İlk olarak algısını açmak ve konuşmasını sağlamak için  5 kelime bile yeterli olabilecekmiş.
 
Otizmli çocuk kendisinin farklı olduğunun farkında olmaz. Bizler ona  farklı davranarak onu farklı yapıyoruz. Oysa ona normalde  yaşı itibariyle  yaşaması gerekli şeyleri yaşatsak inanın bizlerdende dahi üstün olabilir. Sadece normal çocuk 5 kerede öğreniyorsa bunlara ilk günler 500 kez tekrarı  deneyin ama inanın hemen algıları açılıyor ve normalden de normal oluyorlar. Özel eğitim, doktor, testler,  diyetler ile çocuklarımıza özel davranıp iyice özelleştiriyoruz ve o da kendini fazla özel sanıp bizden kopuyor, bir anlamda ben bu kadar özelsem siz eziklerle işim olmaz diyerekten. Öyle ya,  bu hayatı ona biz sunuyoruz.onu biz paramızla zamanımızla farklı olmaya zorluyoruz ve bilmeden çocuğumuzun hayatını elınden alıyoruz. Oysa ki hayatı daha zorlaştırmak yerine ona bebek gözüyle bakıp bebeğe verdiğimiz sabrı ve ilgiyi göstersek hemen algısı açılıyor. Bir bebeğin eğitiminde özel eğitim şart değil,  doktor şart değil testler sart değil.  Sadece konuşması geciktiyse daha cok tekrar konuşma, yürümesi geciktiyse yürüme çalışması gibi çabalar yeterli oluyor. İnanın böyle yaklaşılındiğinda otistik çocuğun algısı  çok çabuk açılıyor. Ayrıca diğer engellilerde bir arada olunca o da kendini onlardan birisi kabul ediyor,  bilinç altına onların hareketleri yerleşiyor, onlar gibi davranmaya başlıyor.
 
Bu konuda empati yapın. Japonya’dasınız. Konuşulanı anlamıyorsunuz, konuşmuyorsunuz  diye doktorlara götürüyorlar. Doktorlar da bir teşhis koyuyor,  şu terapi, şu ilaç,  şu okul,  şu diyet diyorlar. Sonra aileniz sizinle ilgili olarak doktorların önerdiklerinin hepsinin en iyisini yapmaya başlıyorlar. Konuşma terapisi haftada 1 gün 20 dk., rehabilitasyon haftada 45 dk., özel eğitim okulunda birisi sallanıyor,  birisi  bağırıyor,  5 saat onlarla vakit geçirmenin ardından  eve geliniyor. Hergün aralıksız böyle bir yaşam. Siz ne yapardınız?  Konuşma,  okuma.  özbakım öğrenebilirmiydiniz, asla. Diğerlerinden gördükerinizi  evde tekrarlardınız, sıkıntıdan. Oysaki bu kadar yoğun eğitime karşılık evde 80 yaşında dede- nine olsa sobanın basında size kestane yapsa, kedi sevdirse, başınızı  okşasa, dede dede dese siz orada dede dersinde kediye pist  de dersiniz,  mama ver de dersiniz  çünkü orada saf sevgi, huzur ve seni anlayan, seni seven, senin de güvendiğin ortamda olursun. Zaten otistik çocuklar için dünya cokkkkk karışık.
 
Bir de biz özel eğitimlerle iyice kafa karıştırıyoruz. Oysa hayatın en basından, en basitinden başlamalıyız ki önce onları öğrensin. Canlı olduğunu,  canlının yaşaması için önce beslenme, sonra temizlik, sonra barınma,  sonra korunma gerektiğini,  bunları tek başına yapabilmesi gerektiğini  bilmesi gerekir. Sonra sayılar, renkler,  şekiller gelir. Yine empati yapalım.  Japonyadasınız,  hergün okula giderseniz ve size sayılar, renkler,  şekiller öğretilirse, tek başınıza yaşayabilirmisiniz?  Yoksa evde duş almayı, yemek yemeyi, yatmayı, çubukla yemek yemeyi öğretseler mi  senin hayatın daha kolay olur. Okuma, yazma, konuşma, bunlar sonraki aşamalar. İlk olarak kaç yaşında olursa olsun,  hangi birey olursa olsun önce beslenmeyi öğrenmeli,  sonra tuvalet, duş, temizliği öğrenmeli,  sonra barınmayı, uykusu gelince uyumayı, sonra da kendini korumayı öğrenmeli. Eğer bir birey bunları tek başına yapabiliyorsa her ortamda herkesle yaşayabilir. Düşünsenize  3 dil biliyorsunuz  ama yemek yapamıyorsunuz,  temizlik yapamıyosunuz. Size ne faydası olabilirki.  Sizinle kimse yaşamak istemez. Demek ki ilk öncelik temel ihtiyaclarda. İşte biz de çocuklarımıza ilk olarak, hayata sıfırdan başlatarak, her şeyi  en basite indirgeyerek bir bebeğe öğretir gibi öğretmeliyiz. Bebeklerden farkları,  algıları  açıldığında öğrenme çizgileri cok hızlı oluyor.
 
ANNEM DİYOR  Kİ; Beni nasıl mı konuşturmuş ;
 
Ayberk’ in  sağır ve dilsiz olduğunu düşündüm. Ama Ayberk sağır değildi.  1-0 öndeydim. Dilsiz de değildi. Yine 1-0 öndeydim. Bu beni rahatlatmıştı.  işim biraz değil, epey daha kolay olacaktı. Algılarını açmıştım. Yani  çevresindeki  ve ihtiyacı olan herşeyin adını artık biliyor ve tanıyordu . Bunu nasıl mı yaptım?  İlk eğitimin çocuğun yaşadığı ortamda olması sart. Yani herkesin kendi evinde eğitilmesi. Herşeyin üstüne büyük harflerle büyük yazarak başladım,  masa,  kapı,  su,  ekmek, bardak, çatal, bıçak, cam, ayna, saat, dolap, televizyon, ayna, tuvalet, banyo, dış fırçası, corap, ayakkabı gibi  onun göz hızasına gelecek şekilde bantladım ve hergün evde bu yazıları göstererek okudum, hergün, günde en az 20 kez tekrar yapıyordum.
 
Heceleyerek okuyordum. Bu arada evdeki   her  işi birlikte yapıyorduk. Onu da şöyle düşündüm.  Sağır,  dilsiz de olabilirdi, Ayberk. Kör değil. Yine 1-0 öndeydim. İşim şimdi  daha kolay olacaktı. Sabahtan aksama kadar evde ne yapıyorsam onu da evin bireyi olarak herşeye ortak ettim.  Kör olan birisine  bıçak kesmeyi nasıl öğretirsek Ayberk’e de öyle öğrettim elini avcumun içine aldım,  birlikte kestık.  kendisi kesmeye başladığında elimi hergün biraz daha  çekiyordum. Sofra kurmak, bulaşık makinesi, bulaşık, çamaşır asma, herşeyi sanki onun gölgesi,  iskeleti gibi olup arkadan ellerini tutarak hepsini  kendi yapana dek elleri ellerimde yardım ettim, gösterdim. Herşeyi kendi yapana kadar hep gölgesi gibi yardım ettim. Bir de sen büyüdün,  abi oldun,  herşeyi artık sen yapabilirsin diye hep gaz verdim. İş yapmak evdeki  herşeye katılımı kendini birey hissettirdi. Sorumluluk verildikce sanki  büyüdü. Ögüveni çok gelişti. Ben herseyı yapabiliyorum,  yapıyorum duygusu özgüvenini arttırdı. Bir de bizlerden farkının olmadığını gördü. Önceden önüne önlük bağlanıp yemek yedirilen Ayberk çatal bıçak ile balık bile yiyordu. İnanın önceleri çatal ve bıçak hiç  tutamıyordu.  
 
Çünkü hiç eline verilmemiş, tehlikeli birşey yapar diye. Bir de birşeyi ilk öğrenmede zorluk cekiyor ama öğrenince de diğerlerini daha çabuk ögreniyordu.  Aslında mantığını kullanmayı da öğreniyordu bu arada. Bir de hergün karşılaştığı ve kullandığı şeylerin gerçek resimleri altında adı bir de sadece adı olan kartlar hazırladım ve hergün günde en az 10 kez birlikte eşleme yaptım ve heceleyerek vurgulayarak söyledim. İlk günler eşlemeyı 1 saatten uzun zamanda yaparken 10 gün sonra 5 dk dan az sürede yapıyordu. Bunlar neydi,  zeytin,  peynir,  su,  ekmek,  patates,  nutella,  simit,  çay,  araba gibi nesnelerin gerçek resimleriydi. Çizgı kartları ben de anlamıyordum. Evdeki yazılar ve bu eşleme kartları  nesneleri tanımaya,  hepsinin bir adı olduğunu ve yazıyı okumayı da bu arada öğeniyordu,  yani ezberliyordu. Bizim çocuklarımız görsel zekada cok ilerideler. Ayberk  hepsini ezberliyordu. İlk günler hiç anlamıyor sanıyordum. Çünkü  hiç tepki yok,  yanlış yapıyor,  bırakmadım takı bir tane bile olsa doğru yapacak diye hırs yapmıştım. Çok ilginçti.  Mesela 10 gün hiç anlamıyormuş gibi görünüyor,  tepkisi  sıfır, sonra aniden inanılmaz şekilde hepsini  bir kerede doğru yapıyordu ve bir kere doğrusunu yapsın asla bir daha yanlış  yapmıyordu. bence kendi mantığına göre anlayıp iyice sindirince bir daha asla unutmuyordu. Sanki videoya çekiyor,  beynine depoluyor.  
 
Çok varyasyonlar olduğu için hepsini  çekip depolamak, orada sıralamak elbette  bazen uzun zaman alabiliyordu. Fakat bu depolamayı öğrenip  yapmaya başlayınca da  artık o kadar hızlı yapıyor ki  sanki canlı yayın gibi aynı anda kayıt yapıp hem de depoluyor, bence.  Ayberk,  beyni sanki 1-0 lı sistemde çalışan bilgisayar gibi, beynini kullanamayı öğrendi. Canlı yayın kayıt anında harddiske depoluyor . Çünkü Ayberk asla hiçbirşeyi unutmuyor,  hiçbir ayrıntıyı  kaçırmıyor.  Mesela evde cep telefonumu kaybettiğimde herzaman saniyede buluyor. Mesela salondakı objelerin yerini değiştir ya da kaldır,  bire bir aynı yerine koyuyor. Çünkü gözleri sürekli canlı kayıtta.
 
Aslında Ayberk canlı bilgisayar.  Ayberk herşeyi video kaydı yapıyordu.  Herşeyi  taklitle ve görerek öğreniyordu.  Tamam dudak taklidini  öğretebilirdim ama ses çıkarmayı nasıl yapacaktım. Sesin taklidi nasıl yapılır ya da ses görsel nasıl anlatılırdı ki . İşte burada tıkandığımı sandım. Olsun dedim dilsiz de olabilirdi. O zaman dudak okusun vücud dili ile anlatsın istedim ve ilk vücut dili öğretmeye başladım çünkü  Ayberk’in ağzına ayna tuttuğumda buğu bile olmuyordu.  3 ay calısmamıza  rağmen. Ben de önce vücud dili ile kendini ifade etsin ile başladım ve bir süre sonra temel ihtiyaçlarını vücud dili ile anlatıyordu .
 
Daha sonra sıra dudak okumasına  ve taklit etmesine  gelmistı. Bunları bu sırayla yapıyordum çünkü bizler de bildiğimiz bir şeyle ilgili olanları daha cabuk öğreniriz . Neden konuşacaktı, bunu bilmesi gerekiyordu. Yani ihtiyaçlarını söylemesi  gerekiyordu.  Konuşamayınca önce vücud dilini öğrettim ki, anlatmanın ne olduğunu hic değilse hem yapıp hem de iyice öğrensin diye. Mesela uykusu geldiğinde iki elini yanağının yanına koyup başını yana eğiyordu. Bunu yapmazsa yatırmıyordum. Anladı ki yatması için bunu yapacak. Böylece ifade etmenin ne olduğunu, ifade  aracı olarak konuşma değil de şimdilik vücud dilini kullanması gerektiğini anlamış ve kullanmaya başlamıştı. Artık ifadenın ne olduğunu ve nasıl kullanacağını öğrenmişti.
 
Öğrendiği  için artık kendini ifade etmek için artık konuşma eylemini kullanması gerekiyordu. Ancak dediğim gibi hiç nefes yok ama 3 ay hergün 8 saat aynanın karsısında çalıştırınca çok ama çok az dudak taklidi yapar gibi oluyordu. O zaman dedim ki sağır dilsiz dudak okuyor,  o zaman onu öğrensin dedim ve bildiği ve en çok sevdiği marka araba hergün her fırsatta, yürürken, iş yaparken, spor yaparken araba, aaaaaaarrrraaaaaaaaaaaabaaaaaaaaaaa diye uzun uzun heceleyerek ve ağzımı kocaman açarak günlerce tekrar yaptım, sonuç sıfır görünüyordu ama aslında sıfır değilmiş. Birgün semiz otu keserken parmağını kesti ve kanattı. Aayyyyyy dedi, yani istem dışı konuştu,  hem de aynen bizim gibi aaayyyy dedi ve aynı tepkiyi verdı. O zaman anladım ki aslında konuşabiliyor ama nasıl yapacağını bilmiyor.
 
Hani derler ya şok lazım aklınız başınıza  gelsin diye. Demek ki Ayberk‘e de şok lazım ya da zorlamak lazım. O gün çok ama çok hırs yaptım,  kesin konuşturacağım diye ve aniden korkutuyordum tepkisini ölçmek için,  hıııh diyordu aynen bizim gibi. Bu beni cok mutlu ediyordu . Ayberk konuşuyordu.  Demek ki zorlamam gerekiyor. Bir de benim muhabet kuşum vardı. Kuşçu demişti ki,  hergün sadece tek bir kelime söyle, kuşuna göre 1 ay ya da  2 ay ama sadece tek kelime ve her gün sen ne kadar çok tekrar edersen o kadar çok başarırsın. Hem süreç kısalır,  hem de konuşturursun demişti.  Benim kuşum da 25 günde cicikuş demeye başladı ve daha sonra 30 kelime konuşuyordu,  hem de hepimizin ses tonu ile. Dedim ki kuş konuşuyor da Ayberk mi konuşamayacak. Sağır dilsiz olup da konuşanlar da var. Ben de sadece tek kelime çalıştırmaya başladım. Sadece “ver”,  sürekli her şeyde veeeeerrrrrrr,  veeeerrrrrrr ama dudak hareketlerimi göstererek ve babasıyla da biz modelleme yapıyorduk o ver diyor, veriyorum, ben ver diyorum o veriyor. Kahvaltıda zeytinin her tanesini için bile babasıyla biz birbirimize veeeerrrrrrrrrr diyoruz ona da diyoruz veeerrrrr,  tık yok.10 gün devam,  tık yok.
 
Tabi ben iyice hırslandım ve ne yapayım derken en çok sevdiği makarnadan yaptım.Masada baba verrrrr diyor,  veriyorum. Ayberk’e tabağına koyuyorum veeeeerrrr diyorum tık yok. Kendime koyuyorum onun tabağını çöpe döküyorum. Baba ve ben tek tek onun önünde makarna yiyoruz. Ertesi gün sabah gene ver diyorum, o  demiyor.  Sevdiği hiçbir şeyi yapmıyorum ama sürekli de ver veeerrrr  çalıştırıyorum. Aksam yine makarna,  yine baba ver veriyorum. Ayberk’ee veeerrrrr veeeerrrrr diyorum bak ver demezsen çöpe dökeceğim diyorum. Çöp kovası da masada. Bu arada tam tabağı döker gibi yapıyorum,  bir yandan da veeeerrrrrr diyorum,  babası da haydi Ayberk veeeerrrrrr de diyor makarnanın yarısını döküyorum, bir yandan da hala veeeerrrrrrr desene diye kızıyorum. Yoksa vermeyeceğim diyorum ağlamaklı.
 
Bu çabaların birisinde makarnayı tam çöpe dökerken alt dudağını yukarı hareket ettirdi veeee 2 tabak makarna yedi. Bu sefer dudağını oynatmak cok hoşuna gitti,  başardığını anladı. Bence herşeyde yarım da olsa dudak hareketini yapıyordu.Ben bu bile yeter demedim,  bunu yapan doğrusunu da yapar dedim ama ses çıkarmada henüz şüpheliydim.  Sanki bana da imkansız geliyor gibi oluyordu, zaman zaman. Artık her istediği şeyde alt dudağını üste kaldırıyordu. Tam yapamıyordu ama bilinçli yapıyordu, ver demek istiyordu. Sonra elimle alt dudağını dişlerinin arasına koyup üst dişiyle alt dudağını sıyırmayı öğrettim. Artık ver derken alt dudağını üst dişine sıyırarak söylüyordu. Artık o kadar rahat yapıyordu ki ve kendisi de çok mutlu oluyordu. Hatta sık sık yanıma gelip arabayı gösterip gözüme bakarak verrr diyordu. Evet şimdi kameraydı gözleri. O yüzden dudak taklidini öğretebildim. Peki sesi nasıl öğretecektim? Görsel olmak zorundaydı ses.İşte burada kötü birşey yaptım bilmeden. Kendimi sağır düşündüm ve ses çıkarmayı nasıl öğrenirdim diye empati yaptım. Veeeee su anki alışkanlığımız, tek kusurumuzu ürettim ve şimdi bunu azaltmaya çalışıyoruz.
 
Evet, ne mi yaptım? Düşündüm ki sesi görüntülü şöyle anlatabilirdim. Bolca içime nefes çekip karnım iyice içeri, kafa arkaya, sonra hem verrr diyerek nefesimi sonuna kadar verip hem de kafayı öne eğerek, yani emme basma tulumba gibi kafa sallayarak ses çıkartıyordum. O kadar çok içime nefes çekip veriyordum ve bir yandan da kafayı öne sallamaktan başım dönüyordu. Evet çok yanlıştı ama sonuç basarılıydı, evet başarmıştım.  Ayberk ses çıkartıyordu ama tabii ki o da kafayı sallayarak çok komikti.  Mesela sesli söylerken kafasını tuttuğumda sadece dudak hareketi oluyor, ses çıkartmıyordu. İşin ilginç tarafı bu kafa sallamayı ben daha çok yapıyordum,  halen ben de yapıyorum. Ben yaptığım için Ayberk’in yaptığını anlamıyordum bile. Oysa ki çocuk herşeyimle beni taklit ediyordu, tıpkı birbirimizin aynadaki yansıması gibiydik. Çok sonra eşim, kafa sallıyorsun, sallama cocuk da sallıyor dedi. Çok komiktir ki Ayberk yeni öğrendiği kelimede önce dudak ve kafa sallamayı aynı anda yapıyodu .
 
5 ay ben bunu farketmeden konuşturmaya calıstım ve başarmıştık.  Her kelimeyi sesli söylemeye başladı.  Tabii ki tam doğru değildi sesler ama anlaşılıyordu. Tıpkı yabancı bir çocuğun türkceyi yarım yamalak konuşması gibi, aslında çok güzeldi. Böyle kalabilirdi de.  Bir yabancı Türkçe konuşunca ne kadar çok hoşumuza gidiyor, ya da çocukların yarım yamalak konuşması, Ayberk de öyle olabilirdi. Önemli olan ifade edebilmesi ihtiyacını söyleyebilmesi ki ben hepsini zaten anlıyordum. Bizler de şiveler yapıyoruz,  çoğumuz anlamıyoruz. Evet ses çıkıyordu ama cokaz ve de tam değil. O zaman ne yapmam gerekiyodu onu araştırdım. Seslerin doğru çıkabilmesi için diyafram çalışması,  bir de dil çene dudak kaslarının çalışması,  nefes çalışması gerekiyordu.
 
Bunu nasıl yapacaktım? En iyisi üfleme dedim, flüt aldım. İlk 10 gün hergün 1 saat flüt elinde,  ben başında üfle diyorum,  bilmiyor,  yapamıyor. Ağzında bekletiyor, salyası akıyor, ne salyasını yutuyor ne de üflüyor. Ama bende de flüt var, ben sürekli içime nefes çekip üflüyorum.  10 gün hiç anlamıyor demedim, yapamıyor demedim,  denedim. Bir de elini alıyordum, eline üflüyordum. Sen de üfle diyordum. Eline üflemeye başladı ama flütte tık yok. Mum üfletiyorum, elime üfletiyorum sonra yine flüt. Derken 10 uncu günün sonu çok az üfledi. Sonra biraz biraz derken, bu arada parmak da basıyorduk. Önceleri bir delik kadar üflerken sonra delikleri aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı üfleyecek kadar nefes çekip üfledi. Çokkk ama cok faydası oldu, bunun. Hergün her boşlukta flüt çaldırıyordum. Sonunda nefes üflemeyi,  çekmeyi becermişdik.
 
Sıra gelmişti dile. Sakız verdim. Şekerini emip yutuyodu. Çiğnemeyi  bilmiyordu.  Ben de yine hergün başında duruyorum, gözgöze. Sakızı veriyorum, ben de çiğniyorum ve gösteriyorum.  Şekerini emiyor,  yutmasına izin vermiyorum ama saatlerce bekletiyor, ne çiğnemek ne de diğer tarafa geçirmek. Ben karsısında ağzımı kocaman açarak gösteriyorum, olmuyor. Parmağımla sakızı bir sağa bir sola geçirdim, 20 gün sonra da sakız çignemeye başladı. Bu sefer istediği şeyleri sesli söylemezse yapmıyordum. Biz yiyeceklere düşkündük. Mesela simit demeden almıyordum. İlk günler 50 kez simitciye girdik,  çıktık. Sonunda sesli söyledi. Zaten bir kelimeyi sesli söyleyince diğerlerini de kolay söylüyordu.
 
Bir kelimeyi tekrar tekrar söylerken ikimizin yüzünün  video kaydını yaptım. Sonra onları seyrederek tekrar yapıp konuşmayı öğreniyordu. Ama dudak okuyarak konuşuyordu. Ağzımı elimle kapatınca bildiği kelimeyi söylesem de söyliyemiyordu. Sonra duyduğu sesleri söylemesini çalıştırdım, arkamı dönerek . Daha sonra cümle kurmaya başladık . Aynen yabancı dil öğrenir gibi önce kelime, sonra evet hayır cevap, sonra kalıplar. Okuma yazması şart değil şu an.  Ayberk okusa da tıpkı bizim italyanca okuduğumuz gibi okur, okuduğunu henüz anlamaz. Kendini ifade etmesi için okuma yazmadan önce konuşması gerekiyor. Ama biz de yabacı dili öğrenirken anlarız, konuşamayız. Yazılı olarak gördüğümüzde hemen kelime aklımıza gelir, konuşuruz. Ben de Ayberk’e kalıplar hazırladım. Birden konuşamıyordu ama o cümleyi görünce konuşuyordu. Örnek olarak, karnım acıktı, yemek istiyorum,aypet istiyorum,anne araba gidelim,uykum geldi gibi.
 
İlk zamanlar Ayberk hep dudak okuyarak bunları söylerken yazılar olunca doğrudan hatırlayarak  söylüyordu ve cok tekrarlar sayesinde şimdi ihtiyacını ezbere doğrudan söylüyor. Şu an Ayberk bizler gibi konuşmuyor. Bizlerın 3 ayda öğrendiği italyanca kadar konuşuyor. Dil zamanla gelişir ve pratik ezberle Ayberk de hergün yeni bir kelimeyi anlamlı söylüyor. Zaten 50 kelime bile yeter artar. Çevresinde gördüğü, kullandığı maximum 50 kelimeyi geçmez. Benim hedefim bu. İhtiyacı olan herşeyi öğretmek. Hergün 1 tanesini öğrense 2 ayda iş biter ki, bizde bitti. Beklentiler de önemli. Haaa benim çocuğum okusun yazsın okuduğunu anlasın, yorum yapsın diyorsanız, bunun nasıl yapılabileceğpini ben bilmiyorum.  Çünkü benim hedefimde asla bunlar yok. 45 numara ayağı 35 numara ayakkabıya  sığdırma gibi niyetim yok. 45 numara ayağa ben 48 50 55 numara ayakkabılara  bile razıyım.
 
Biliyorum çok uzun uzun anlatıyorum. Sıkıcı gelebilir size ama burda neyi neden yaptığımı bilmenizi cok istiyorum çünkü bu işin bendeki, sonuç getiren formülü bu. Siz de ortamınızda çocuğunuzla bire bir olun,  hep kendinizi onun yerine koyun, empati yapın, sonra size nasıl davranılması yada size nasıl öğretilmesini istiyorsanız  bire bir çocuğunuza onu uygulayın. Bu iş bu kadar kolay, inanın. Burada ne oluyor biliyormusunuz? Bu çocuklarda en en en önemli şey güven. Yani karşısındakinin onu anladığını bilmesı ve güvenmesi.  İşte o zaman size teslim oluyor ve problemin en en en zorunu başarıyorsunuz. Gerisi çokkk kolay oluyor. Bizlerde de öyle değimlidir?
 
Doktora güvenirsek, terzimize güvenirsek, kuaföre güvenirsek belki çok daha iyi kuaförler var ama bizim için en iyisi tanıdığımız, güvendiğimizdir. Neden kendi kuaförümüzü isteriz, düşündünüz mü? Çok basit. Çünkü onun beni anladığı, ne istediğimi bildiği için güveniriz ve ne yaparsa izin verir,  bir de çok mutlu oluruz. İşte güven böyle bir şey. Siz de ilk önce çocuğunuzu anlayın ve bunu ona hissetirin ki size güvensin ve teslim olsun. Bu çocuklar inanın diğer çocuklardan daha anlaşılır çünkü onlar sadece saf sevgiyi biliyor, tıpkı bebekler gibi. Bir bebeğe sıfırdan herşeyi öğretmek hem kolay hem çok zevkli.
 
Oysa bizim normal çocuklarımıza bir şeyler öğretmek hem cokkk zor hemm eziyetli. Bunu biz yapıyoruz. Çocuğunuzu otızmli değil de 1 yaşında bebek olarak görün  ve yaklaşın,  bakın  o zaman işiniz ne kadar kolay. Siz mutlu,  çocuğunuz daha da  mutlu, buna inanın. Ben de Ayberk’i sağır dilsiz kör 1 yaşında bebek gibi gördüm ve ilgilendim. Ama Ayberk  sağır, dilsız değil,  kör değildi, bu açıdan  artılarım çoktu, bu da bana daha cok haz veriyor ve işimi cok kolaylaştırıyordu. 
 
Tabii ki Ayberk’in gelişimi de beklediğimden daha hızlı oluyordu. Bütün çocuklarımız birbirinden farklı. Hepiniz çocuklarınızı çok iyi tanıyorsunuz. Ancak otizmi bilmeyen anne-babalar görünce kendinizin onalara yol göstermeye yetemeyeceğinizi sanıyorsunuz. Burada şunu anlatmayı çok istiyorum. Diyorum ki bu çocukların bizlerden, başka çocuklardan hiçbir farkı yok. Aksine çok daha anlaşılır çocuklar. Sizlere cok hak veriyorum,  çok zor durumdasınız,  gerçekten de cokkkkkkk zor. Ama ben diyorum ki bugüne kadar yaptığınız şeyler de yeterli olmadıysa bir 10 gün benim yaptığımı denemenizi çok isterim. Bunun için para, akademik bilgi, çevre hiçbir şey gerekmiyor. Sadece her evde olan sevgi, güven, özgüven,  empati,  sorumluluk,  spor, sosyalleşme, en önemlisi SABIR .
 
Evet biz 2 ayda imkansızı başardık. Eğer biz başardıysak inanın siz  %1500 başarırsınız.
 
Bu kadar uzun yazımın sonunda sizlerden istediğim, otistik çocuk sahibi olmanızı bir şanssızlık değil bir farklılık olarak görmeniz. Yoğun ama pek de uzun sayılmayacak bir süreç sonrasında  birlikte normal bir yaşam kurabileceğinize inanmanız ve tereddütsüz benim deneyimlerimden de yararlanarak bu yönde çalışmalarınıza başlamanız. Tekrar tekrar aynı vurgular olacak ama inançlı iseniz bu çocukları Tanrının cezaları olarak değil mükafatları gibi görün derim.

Bu çocuklarınızın birer  melek olduğunu düşünün. Tanrı meleklerini kime emanet eder onu da  bir düşünün, bence en güvendiği, en özel kuluna teslim eder. Bu demektir ki sizler Tanrının eeennnnnnn güvendiği sevdiği kullarısınızzz. Çocuklarınız değil özel olan sizlersiniz. Bunun kıymetini bilin. Bu anlamda düşünmeye devam edersek, bu meleklerin misyonları bu dünyaya özürlü  insanlar olarak gelip bizlere ders vermek. Ne dersi mi? Halimize şükretmeyi , vicdanlı olmayı, yardım sever olmayı, tüm canlıları ayırmadan sevmeyi,karşılıksız beklentisiz sevmeyi öğretmeye geldiler, bu dünyada yaşarken insan olmanın değer yargılarını birer birer unuttuğumuz insanlığı hatırlatmak için buradalar.  Elbette bu dersi alanla  inanın  gerçek huzuru sevgiyi buluyor. Alamayan ne oluyor,  bunu inanın bilmiyorum. Onun için siz aileler kendinize çok iyi bakmalısınız ki Tanrının bu emanetlerine sahip çıkabilin.

Siz aileler çokkk özelsiniz. Hepinizi çok seviyorum. Saygıyla önünüzde eğiliyorum.
 
 

Etiketler: