x
     
28.11.2015 14:57:13
Okunma: 3801
2 Yorum

Mehmet Erdül
HAPSE GİRME ÖZGÜRLÜĞÜ VAR MIDIR?

 
Uzun ama tarihe tanıklık eden bir yazı yazacağım düşüncesindeyim.
 
Okuma alışkanlığı olmayan toplumumuzda bu yazıyı kaç kişinin okuyacağını da test etmiş olacağız hep birlikte.
 
12 Eylül Ecevit Hüküm etinin Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mataracı ile Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet İşgüzar’ın Yüce Divan'da yargılanmasını istemişti.
 
Öyle de oldu.İki eski Bakan Yüce Divan'da yargılanıyor, ama bu arada bazı eski politikacılar hakkında yazılıp söylenenler, " İftira ve isnat " boyutlarında karalamalara varıyordu.
 
Faruk Sükan, Yüce Divan'da tanıklık yapıyor, 52 Sayılı Konsey Kararı ile susturulmuş bazı eski politikacıları karalıyor. Devletin en yüce yargı organı diye bilinen Yüce Divan'ı bir sahne olarak kullanıyordu.Biz de Arayış Dergisi’nin 27. Sayısının Baş Yazısı'nda konu ele almış:
 
"Bütün bu olup bitenlere bakıp, belki de buna siyaset demek olanağı bulamayanlar çıkabilir. Ancak buna siyaset denmezse bile bir siyasi şov 'un sahneye konduğu açıktır" demiştik.
 
Savunma hakkı kısıtlanmış olanlara, pek tabidir ki, bu arada özellikle saldırılara hedef olan Ecevit'e "kendini savunma hakkını verin" deyip şöyle bitirmiştik Siyasi Şov 'u:
 
Yüce Divan'da tanık olarak konuşma olanağı bulan bazı kimselerin, bu yüksek mahkemeyi nasıl istismara kalktıkları göz önünde tutulacak olursa, Danışma Meclisi'nde benzer davranışların daha da ileri ölçüde görülmesini önlemek gerekir.
 
Yoksa Danışma Meclisi'nin deriye yönelik hesaplan olan bazı emekli aktörlerin "Siyasi Şov" sahnesi haline dönmesini şimdiden kabullenmek gerekir.
 
Yazı, Arayış'ın Yazı Kurulunda bulunan arkadaşların tümünün katılımı ile hazırlanmış, Ertuğrul Özkök tarafından kaleme alınmış, daktilo edilmiş,
 
Ecevit'in görüş ve istekleri alınmış, kendisinin eliyle yaptığı ilave ve çıkartmalar düzenlenmiş ve Arayışta yerini almıştı.
 
Başyazılar Arayış'ta Ecevit sonrası dönemde hep imzasız yayınlanıyordu.İmzasız yazıların sorumluluğu Yazı İşleri Müdürü'ne aitti.
 
Nahit Duru, eski bir gazeteci üstelik politikacıları  izleyerek yetişmiş, İnönü'den Ecevit'e, Kasım Gülek'ten, Osman Bölükbaşı'ya kadar birçok politikacıyı tanımış, haber yapmış biriydi.
 
Yanında yetiştirdiği gazetecilere, haberin önüne nasıl geçileceğini, yorumsuz haber yapılırken, olayın yorumunun nasıl haber yapılacağını, yazılanın okura nasıl okutulacağını öğretirdi.
 
Yanında çalışan insanların iyi yaptıkları onların; kötü yaptıkları Nahit Duru'nun olurdu.
 
En olumsuz, en içinden çıkılmaz durumda bile "Tamam, çözeriz" derdi, tamamın "a"larını uzatarak. Kızmaz mıydı?
 
Kızardı da kızdığını kimseye belli etmezdi. Döner başka şeylerle uğraşır, konuyu değiştirirdi. Sakinleştiğinde de hiçbir şey olmamış gibi sıfırdan başlardı.
 
"Siyasi Şov" 12 Eylülcülerin hoşuna gitmemişti. Hoş biz de onların hoşuna gitsin diye yazmamıştık ama Nahit Duru için Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesi'nde "52 Nolu Milli Güvenlik Konseyi Bildirisi'ne aykırı davranmaktan" dava açıldı. İlk duruşma 15 Eylül salı günü saat 14.00'de yapıldı.
 
Şahin Mengü ile 1980'li günlerden bu yana hala birlikte çalıştıkları, kıskanılacak dostluk sergileyen değerli insan vefakâr ağabey Hasan Bıyıklı, Nahit Duru'nun avukatları olarak duruşmada hazır bulunuyorlardı.
 
Duruşmada iddianameyi okuyan savcı, 1961 Anayasası'nın geçerli olduğunu söylüyordu. Ancak "Sıkıyönetimi düzenleyen 124'üncü madde, 2324 sayılı Temel Hukuk Düzeni Hakkındaki Kanun'la açıklandığı şekilde bunun istisnalarını açıkça ortaya koymuştur" diyen Savcı MGK'nin yasaklarla ilgili bildirisinin 5'inci maddesini okudu.
 
Nahit Duru'nun bu yasaklamaya aykırı yayının sorumlusu olduğunu ileri süren savcı "1402 sayılı yasanın 16'ıncı maddesine göre cezalandırılmasını" istiyor, Mengü ve Bıyıklı, savunma yapabilmek için süre isteyince dava 29 Eylül 1981 saat 10.40'a bırakılıyordu.
 
Mengü ve Bıyıklı yaptıkları savunmada "Siyasi Şov " yazısında adı geçenlerin 52 sayılı Milli Güvenlik Konseyi Kararı'nın 5'inci maddesinde tanımlanan "İlgililer" kapsamına girmediğini; bu nedenle suçun oluşmadığını belirtiler.
 
Beraat istiyorlardı. Mahkeme beraat karan vermezse, Duru hakkında Askeri Yargıtay 2'inci Dairesi'nin kararları gereğince verilecek cezanın paraya çevrilmesi talep ediliyordu.
 
Mahkeme suçun işlendiğine karar verdi. Duru önce 3 ay hapis cezasına mahkum oldu. Sonra Türk Ceza Yasası'na göre Duru "Kamu hizmeti yaptığı için " cezası altıda bir oranında indirildi.
 
2 ay 15 gün hapis cezası kesinleşti. Askeri Yargıtay kararları dikkate alınmadı, ceza para cezasına çevrilmedi.
 
Gerekçeli Karar'da şöyle deniliyordu:
 
Arayış Dergisi'nin 27.sayısında yayınlanan Siyasi Şov başlıklı yazıda öncelikle Milli Güvenlik Konseyi'nin 52 numaralı kararı eleştirilmekte;
 bunun siyasi kadrolara klasik anlamda siyaset yapma olanağını kaldırdığı belirtilmekte;
 
Bu kararın diğer bazı şahıslara siyaset yapma olanağı verdiği halde, eski siyasi kadrolara bu hakkı vermediği belirtilerek, yazının sonunda bu siyasilerin Danışma Meclisi'ne alınmayacağı anlaşılınca, ‘Kurulacak Danışma Meclisi'nde ileriye dönük hesapları olan bazı emekli askerlerce siyasi şov sahnesi haline dönüştürüleceğini şimdiden kabullenmek gerekeceği" belirtilmektedir."
 
Biz yazının son paragrafında "Emekli Aktörler" demiştik. Mahkeme Nahit Duru'yu "Emekli Askerler" dedi diye mahkûm ediyordu.
 
Avukatlar bu maddi hata nedeniyle Milli Savunma Bakanlığına başvurarak cezanın bozulması isteminde bulundular.
 
Hapis cezasının para cezasına çevrilmesi isteminin gerekçesi ise karar kadar ilginçti:
 
"...Mahkemece Basın Kanunu'nun 16.Maddesi hükümleri nazara alınarak, yazının sahibi olarak kabul edilmiş ve basın kanununun hükümleri uygulanıp, Sorumlu Müdür sıfatı ile verilen hapis cezasının para cezasına çevrilmesi yoluna gidilmemiştir."
 
Yani, Mahkeme diyordu ki;
 
"Nahit Duru, yazıyı yazan veya yazanların, yazılmasına katkıda bulunanların adını verirse kendisine para cezası veririz, ama vermezse hapis cezası alır "
 
Nahit, kimsenin adını falan vermedi. Gitti kuzu kuzu hapis yattı.
 
Hem de nasıl?
 
Mahkeme tutanaklarında ev ve iş yeri adresleri vardı. Adı Dergi'de Yazı İşleri Müdürü olarak çıkıyordu. Ama ne hikmetse Mahkeme Kafan ve cezasını çekmek üzere Cumhuriyet Savcılığı'na başvurması amacıyla gönderilen duyuru, kendisine tebliğ edilememiş kaçak kişi durumuna düşürülmüştü.
 
Emniyet görevlileri Arayış Bürosunu bastılar. Kaçak durumundaki Nahit'i yakaladılar, önce 1.Şube Müdürlüğü'ne, oradan savcılığa götürdüler.
 
Savcı hakkındaki karar tebliğ etti.
 
Avukatlar erteleme isteğinde bulundular. Reddedildi.
 
Nahit tutuklandı ve 2 ay 15 günlük Maddi Hata'lı cezasını çekmek üzere Ankara Kapalı Cezaevine konuldu.
 
Ateş düştüğü yeri yakmıştı sadece.
 
Türkiye'de kimsenin kılı kıpırdamamıştı.
 
International Herald Tribün gazetesi 8 Ekim günü Nahit Duru'nun serbest bırakılmasını isteyen bir yazı yazdı.
 
"Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) bir muhalif haftalık derginin Yazı İşleri Müdürü'nün hapsi ile ilgili olarak Türk Hükümeti'ne bir yazı gönderdi ve kendisinin serbest bırakılmasını istedi.
 
Türk Başbakanı Bülent Ulusu'ya gönderdiği bir mesajda Uluslararası Basın Enstitüsü, “sol eğilimli Haftalık Arayış Dergisi'nin Yazı işleri Müdürü Nahit Duru'nun yargılanmasından duyduğu kaygıyı” belirtti.
 
Türkiye susuyordu.
 
Uluslararası Basın Enstitüsü Müdürü Peter Gallimer Başbakan Ulusu'ya ikinci kez başvuruda bulundu. BBC Türkçe servisi 8 Ocak 1981 günü 23.00 haberlerinde yayınladığı mesajında Gallimer1 in "Duru'nun mahkûmiyetinin uluslararası basın camiasında üzüntü yarattığı, bu nedenle adli hatanın düzeltilerek Duru'nun serbest bırakılmasını ve görevini yapmasının sağlanmasını dilediği" duyuruldu.
 
Şahin Mengü ve Hasan Bıyıklı kendilerine kulak verecek bir çift kulak arıyorlardı.
 
"Mahkeme karan, yasalara ve gerçeklere aykırıdır. Karar kesinleşmiş ve infazına başlanmıştır. Karar bu biçimiyle infaz edildiğinde ortaya büyük bir adli hata konmuş olacaktır."
 
O zamanlar 3 yıldan az hapis cezaları için temyiz yolu kapalıydı. Tek yol, Milli Savunma Bakanlığı aracılığı ile adli hata yüklü kararın bozulması için Askeri Yargıtay Başsavcılığı'na, Bakan'ın yazı yazmasını sağlamaktı.
 
“Mahkûmiyet kararına esas olan yazıda, ne halen görev başında bulunan askerlerden, ne emekli olmuş askerlerden söz edilmektedir. Yazıda siyasi aktörlerden söz edilmektedir. Böyle karar olmaz " diyorlardı.
 
Dinleyen yoktu. Dinlemek istemiyorlar, dinlemekten korkuyor ama Bakanlık koltuğunda oturuyorlardı.
 
" HAPSE GİRME ÖZGÜRLÜĞÜ"
 
Nahit mahpus damında yatıyordu. İşi ilk kez Fikret Otyam Baba gırgıra almayı göze aldı. "Dünya Dostlarla Güzeldir" başlıklı yazısını dergiye koyarken gülmeye başladım. Arşiv sorumlusu Lale Eroğlu'na "Bana güzel bir Nahit Duru fotoğrafı bul" dedim.
 
"Fikret Otyam yazısında Nahit Duru fotoğrafının ne işi var?" dercesine baktılar yüzüme. Başladım Otyam Baba'nın yazısının Nahit'le ilgili bölümünü okumaya:
 
Evet, basınla yöneticiler arasında bir kopukluk var. Yazmıştım geçenlerde bu konuda. Hata kulakları çınlasın, Arayış Yazı İşleri Müdürü Nahit Duru'ya da bir görev önermiştim.
 
Aç telefonu Bakan'a 'sizlerle ilgili yazı var Dergi'mizde ' deyiver, demiştim. Sanki Nahitçik bu görevi yapmasın diye atıverdiler mapus damına...
 
Asıl bu değil, aynı Nahit Duru, iki üç sayı önceki yazımı, uzun geldi diye olacak hallice kırpmış, yazı yazdıktan çıkmış, kendim yazdım kendim anlamadım okur nasıl çözsün?
 
İşte bizim Nahit'i bu yüzden aldılar içeri, o canım yazıyı nasıl kuşa çevirip anlaşılmaz duruma soktun diye!
 
Gazetecilere de, niye hapiste diye bas bas bağıran Avrupa Konsey üyelerine de bunu özellikle duyurmak isterim.
 
Nahit Ağabeye 2 ay 15 gün Hapis yattığı içinde bir lira para göndermedik, gönderemedik.
 
Paramız yoktu.
 
Nahit salıverilecekti. Arayış çalışanları, avukatları, akrabaları, dostları, Yazı Kurulu Üyeleri sabah saat 8.30'da Cezaevi önünde beklemeye başladık.
 
İşlemler uzadı. Gidip gelmeler, koşuşmalar arasında geçmeyen dakikalar saatlere kavuştu. Gün bitiyor sandığımız bir saatte 14.47'de salıverdiler Nahit'i.
 
Kızı Erinç, o zamanlar 3 yaşındaydı.
 
Erinç tüm tanıdıklarının ceket boylarından çekiyor "Babam ne zaman çıkacak?" diyordu. "Ne zaman gelecek ?" değil.
 
Babasının bir yerden "çıkacağını" biliyordu.
 
Birden kapıda gördü babasını "Baba, babacığım" çığlığı doldurdu ortalığı.
 
Önce ağlıyor sandık, oysa Erinç'in çığlıkları sevinç çığlıklarıydı. Herkesle öpüştü, şakalaştı.
 
Bir gazeteci arkadaş;
 
" Nahit Ağabey bir şeyler söyle de haber olsun. Biz de görev yapmış olalım " dedi.
 
Kısa bir yanıt verdi Nahit:
 
" Ben hapse girme özgürlüğümü kullandım. ,Özgürlüğün her türlüsü güzel"
 
Uzun oldu ama kıssadan hisse bölümü de yazayım:
 
1-Türkiye günümüzde de , 12 Eylül Askeri Darbesi’nin yapıldığı günlerdeki hukuksuzlukları yaşamaktadır.
 
 2-Gazeteciler , sustuklarında sıranın kendilerine geleceğini bilmelidir.
 
 3-12 Eylül döneminde haksız tutuklamalara karşı başvurulabilecek bir makam merci yoktu. Şimdi de durum öyle görünmekle birlikte tam olarak öyle değildir. Balyoz ve Ergenekon benzeri iftira ve suç icat eden onlarca dava açılmış ve insanlar nerede ise yaşamları kadar habis cezalarına çarptırılmış ama sonra salıverilmişlerdir. Şimdi devlet tarafsız ve adil davranamayan hukukçular ve ülke yöneticileri nedeniyle tazminatlar ödemek zorunda kalmaktadır.
 
 4-Nahit Duru “ Hapse girme özgürlüğünü kullandım” diyebildiğine göre CUMHURİYET GAZETESİ gazetecileri Can Dündar ve Erdem Gül aynı sözleri söylemelidirler.
 
 5-Cumhuriyet Bizim Nahit Duru’ya yaptığımızı yapmaktan kaçınmalı, onları hapishanede gazetesiz, kâğıtsız, kalemsiz ve parasız bırakmamalıdır.

Etiketler:

Misafir - 28.11.2015 18:11:36

  • ?
  • Çok güzel bir yazı, Sn. Nihat Duru'nun ağırlığında kaç insan kaldı abi? Can Dündar'a gelince kafam karışık, yeni bir senaryo sahneleniyor gibi ..
  • Misafir - 28.11.2015 17:11:51

  • Cesamin ÖZKAN
  • Ne yazıkki bu günün koşulları 12 Eylül faşist cunta döneminden daha acı bir durum içermektedir. Aslında ürünlerin menşei aynı sadece bu günkülerin almış oldukları eğitim ve kişilik kalitesi daha düşük. Bu günün farkı ağanın zulmü değil, bir zamanlar ağanın marabası olanların ağalaştığı, ağalaşırkende önceden ağa olma kültüründen geçmemiş oldukları için ağalığı yüzlerine gözlerine bulaştırdıkları, ağadan çok daha ağa kesildikleri tipik hırsız din taciri emperyalist işbirlikçiler oldukları ve daha çok pis koktukları, o nedenle bugünün figüranlarının hafifliğinden kaynaklı dayanılmaz bir ağırlığın olduğu açık. Gözle görünmeyen maddi manevi değerlerimizin çalınıyor olması açısından bu günkü maliyetin boyutu 12 Eylül dönemindekini belki 20 belkide 40 la çarpar. Hortum kalınlığından yola çıkarsak aslında toplam olumsuzlukları anlatmaya yeterlidir, çünkü hortumların kalınlığı arttıkça bu ülkenin kültürüde eğitimide ahlakıda geleceğide ona orantılı çalınıyor yontulmuş erezyona uğratılmış oluyor. İşte o herşeyimizi vakumlayan o hortumun önceki kalınlığı kola pipetleri kadar iken son dönemde bu kalınlık yüzlük pimaş pis su borularından dahada çok kalınlaşmıştır. Benim temennim bu hortum kalınlığı kadar başka hortumların o hortumcuların münasip yerlerine nasip olmasıdır. Bu ulus bunu yapma yeteneğinde olduğunu gerektiği zaman gösterme özelliğine de sahiptir.
  • Yazarın Diğer Yazıları