x
     
30.10.2016 19:27:04
Okunma: 2866
0 Yorum

Mete Gönenç gonencmete@yahoo.com
ÇEVRE EKONOMİ POLİTİĞİ ÜZERİNE BİR DENEME 2

 

Geçen yazımızda özetle, kapitalist ekonominin, sanayileşmeye paralel olarak, çevre dediğimiz, dünyamızın doğasını, kaynaklarını yok ettiğini kirlettiğini belirtmiştim. Aşağıda irdeleyeceğimiz gibi ise aslında, üretim araçlarının mülkiyetinin özel ellerde olduğu kapitalist ekonomide bile çevreye zarar vermeden yok etmeden üretim yapmak mümkün gözükmektedir.

 

En önemli çevre olaylarından biri çevresel-doğal kaynakların fazla kullanılarak yok edilmesidir. Örneğin başta altın ve kıymeti madenler olmak üzere, doğada sınırlı miktarda bulunan maddelerin gereksiz lüks tüketimi sınırlanarak üretim faaliyetlerini başka ve daha yararlı alanlara kaydırmak çok mümkündür. Yine başta ormanlar olmak üzere yeşilin yok edilmesi v.s sonucu ortaya çıkan erozyonlar sonucu kaybedilen toprak çok önemli miktarlardadır.

 
Güya açlığı önlemek için tarım topraklarının yetersizliği bahane edilerek suni yollarla Kimyasal gübre, hormon v.s kullanımı ile canlılar zehirlenip, tarım toprakları da yok edilmektedir. Atalarımızın yoğun emekle, doğal yollarla ürettiği besinler, bizim için artık çok yüklü fiyatlarıyla organik besin olmuştur. Hâlbuki dünyanın en geniş topraklarına ve iklimine sahip ülkemizde bile tarım potansiyelimizin çok azının kullanabildiği, tüm dünyada olduğu gibi daha çok toprağı makineli ve bilinçle tarımla üretime açmak mümkündür.  Bazıları da küresel patronların çıkarlarına uygun sözleşmeler sonucu uygulanan politikalarla ülkemizin ve dünyanın tarım potansiyelinin çok azının kullanılabildiği hatta kapitalizmin küreselleşmesiyle daha da azaldığı kolay görülebilecek bir gerçektir.
 
Lüks ve gereksiz üretim için artan enerji ihtiyacını azaltmanın en etkin yolu ise, üretim yapısını düzenlemekten geçmektedir. Hep söylemeye çalıştığım gibi,’her arz kendi talebini yaratır’ kuralının sınırsız işlediği bu sistemde, tıbbi gereksinimlere, insanlık için elzem araştırmalara yeterli kaynak ayrılmazken, özellikle de 1980 sonrasında KULLAN-AT felsefesi insanlara aşılanmış, dayanıklı tüketim malları, dayanıksız hale getirilmiş başta cep telefonu gibi teknolojik oyuncakların! Kısa sürelerde ufak değişiklerle teknolojisi yenilenip borçlanmaya dayalı tüketim sonuna kadar arttırılmaktadır. Ülkelerin en büyük! Yöneticilerinin İnsanları borç batağına sürükleyip tüketimi arttırabilmek, için bankalara ‘faizi düşürün’ diye yalvarması da işte bundandır.
       
Ayrıca mevcut enerji ihtiyacını karşılayabilmek için bile özelikle, güneşi, rüzgârı, toprağı, jeotermali bol bizim gibi ülkelerde yenilenebilir, zararsız enerji sistemlerine kaynak ayırarak yatırım yapmak yatırımları çeşitlendirmek mümkünken RES’ler bile daha fazla kar için şehir içlerine yapılmaya başlanmıştır. Yine bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış olarak, ülkenin, doğayı yok edip, dengesini bozan büyük HES’lerle güya sağlanan enerji ihtiyacını küçük bölgesel barajlarla sağlamak son derece mümkün ve akılcı iken,  doğal ve tarihi değerlerimizi sular altına gömen büyük barajların nedeni ise büyük para kazanılıp aynı ölçüde de rüşvet verilmesidir.
     
Ormanlarımızın kesilip, yakılarak, kıyılarımızın işgal edilerek konut ve işyeri yapılmasının ise sistemle pek de ilgisi yoktur. Az gelişmiş ülkelerin bir kısmı da maganda olmak üzere az gelişmiş burjuvalarının aç ve pislik, merkezi ve yerel yöneticilerle işbirliğinden doğan bu olay gelişmiş ülkelerde pek de örneği olmayan adli olaylardır.
       
Sonuç olarak, üretim faaliyeti veya yerleşme sonucu ortaya çıkan çevreyi kirletici tüm unsurların politika değişiklikleri, arıtma tesisleri ile zararsız hale getirilmesi mümkündür. Her ne kadar bu çözümlerin her biri artı birer masraf unsuru ise de, kapitalizmin mantığı gereği ayrıca bir istihdam yaratıcı, GSMH yı büyütücü olacakları da açıktır. Ancak kapitalist sistemin geldiği bu noktada tasarruflarını bile üretim yerine daha karlı rant alanlarına kaydıran küresel patronlar hala dünyayı kıyamete götürdüklerinin farkına varmadan veya bilerek bildikleri yola devam etmektedirler.
   
Ancak uluslararası alanda çevre için önemli çabalar sonucu elde edilen kazanımları da unutmamak gerekir. Birçok ülke yanında 12 Eylül yönetiminin bile istemeyerek de olsa çevre hakkını bir insan hakkı sayarak bizde pek uyulmasa da Anayasalara koyması önemli bir gelişmedir. İnsanlığın devam etmesini istiyor isek yakın olduğumuz siyasi partilerden da birer çevre programı yaparak programlarına koymalarını temiz bir çevrede yaşama hakkımızı savunmalarını istemek ise en doğal hakkımız ve görevimizdir.
       
Bu konuda tek güvenilecek sistem planlı ekonomiye dayanan sosyalist sistem ise de, önce bizim sosyalistlerin bunun farkına varıp, güncelleşerek Küba örneğini de dikkate alarak somut programlar hazırlamaları sosyalist olmanın gereğini hatırlamaları gerekmektedir.
 

Etiketler:

Yazarın Diğer Yazıları