x
     
12.03.2017 14:14:37
Okunma: 3260
0 Yorum

Mete Gönenç gonencmete@yahoo.com
İZMİR DÜŞERKEN (9)

 
AKP iktidara geldiği günden itibaren devletin tüm kurumlarını ele geçirerek, bir anlamda devleti yok ederek güçlenmeye çalıştı. Güçlendikçe, sertleşti, kindarlık kustu, gerici uygulamalarını arttırdı kısacası demokrasiyi yok etti.
 
2007’lere gelindiğinde Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi önemli gelişmeler yaşandı. Milyonlarca ilerici insanın katıldığı Cumhuriyet mitingleri bunlardan biriydi. Ancak yönlendirecek, sahip çıkacak bir siyasi partinin olmaması nedeniyle 2 ay sürebildi. Bazı ulusalcı kesimlerin 2.ATATÜRK ilan ettiği genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt’la RTE arasındaki meşhur ‘Dolmabahçe Görüşmesi’nden sonra bu paşanın kendi ve ailesi hakkında birçok çirkin dedikodu yayılırken asker iyice pasifsize edildi. 
 
Tabii ki, tam da bu sıralarda ‘ERGENOKON-BALYOZ OPERASYONLARI’  ile binlerce subay hapse atılıp, ordudan ihraç edildi ve ordu tamamen ele geçirildi. 
 
28.08.2007 deki seçimlerden sonra ise A.Gül cumhurbaşkanı seçilerek bu makam da partileştirilmiş oldu. AKP,12 Eylül 2010 da yaptığı referandum da alınan %57,88 nokta oyla ise yargıyı da tamamen ele geçirdi. Artık devlet-parti tekleşmesi sağlanmıştı. Doğal olarak da daha ileri adımlar atılabilirdi. Ülkemizde başta CHP muhalefetin de önemli katkısıyla Ülkemizde demokrasinin sonu gelmişti. Bu süreçte, benim Osmanlı ulemasının devamı olarak gördüğüm kendini aydın diye tanıtan bazı liberallerin! Katkısını da unutmamak gerekir.
 
AKP’nin iktidara gelişinde ve bu süreçte batı desteğini anlayabilmek için göstergelerden biri de, 1980-2002 arası Türkiye’ye giren yabancı sermaye toplamı 783 milyon dolarken, 2003-2008 arası bu rakam 11,7 milyar dolara fırlamasıdır. Küresel sermayenin 2008 krizi ise bu desteğin azalmasına ve AKP’nin ekonomi de, sıkıntıları halka daha da çok yükleyerek gerilemesinin başlangıcı olmuştur.
 
Bazılarına göre 2008 Eylülünde bazılarında göre ise 2009 da başlayan MİT-PKK Oslo görüşmeleri ile 2015 yılına kadar sürecek olan AÇILIM SÜRECİ başladı. Kürt ve Türk halkı arasında ve herkese açık yapılıp halklar arasındaki var olduğu ileri sürülen tüm sorunların tartışılıp çözülmesi gerekirken, kapalı kapılar ardında gizli yapılan bu görüşmelerle halklar arasındaki barış umudu bir kez daha yok edildi. Liberal aydınların, hatta bir kısmının da AKİL! ADAM olarak bu süreçte de başrolde olduğunu ise unutmamak gerekir. 
 
Sanırım bu süreç döneminde PKK’nın tüm Doğu Anadolu’da silah yığınağı yapması ve tüneller kazarak, sonrasında binlerce insanımızın ölümüne neden olması ise sürecin en önemli yönüdür.
 
17 Aralık 2013 de ise başta başbakan olmak üzere birçok bakanın yolsuzluk dosyalarının ortaya çıktığı hatta savcılıklara, mahkemelere sevk edildiği tarihtir. İşte bu tarihten sonra güne kadar belirtileri gözüken AKP-FETÖ çekişmesi açığa çıkmıştır. Sanki bir bütünün 2 parçası olarak, AKP’nin iktidara gelişinde en büyük pay FETO’ YA ait değilmiş gibi birlikte işlenen suçların hepsi FETO’NUN üzerine atılmış, tüm dünyada tu-kaka edilmeye başlanmıştır. 
 
Bu süreçte küresel sermayenin ajanı olduğunu düşündüğümüz FETO’YA ABD ve Avrupa’nın açıkça sahip çıkmasıyla bu adamın önemi bir kez daha anlaşılmıştır. Bu sürecin sonunda açık faşizmi daha da arttıran 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü! nün gerçekte ne olduğunun yakın gelecekte anlaşılabilesi ise en büyük umudumuzdur.
 
Bizler açısından en önemli umutlandırıcı olay ise tabii ki 2015 Haziranında başlayan birçok solcu ve ilerici insanımızın katıldığı Gezi Parkı Olaylarıdır. Cumhuriyet Mitinglerinde olduğu gibi bu direnişe sahip çıkacak yönlendirecek güçlü bir parti eksikliği burada da kendini göstermiştir. Direniş kanlı müdahalelerle, masum insanlar katledilerek en azından azaltılmıştır. Birçok solum diyen parti bu eylemlere sahip çıkıp, benim de içinde bulunduğum platformlar kurarak büyütmek istemişse de sınırlı bunu güçleriyle başaramamışlardır.
 

 

Etiketler:

Yazarın Diğer Yazıları