x
     
10.04.2017 19:01:17
Okunma: 3125
0 Yorum

Mete Gönenç gonencmete@yahoo.com
SERA BURJUVAZİSİ!

 
Son yazılarımda bu deyimi epeyce kullandım. Ama biraz araştırınca daha önce başkalarınca az da olsa kullanılmış olduğunu, yani deyimi benim yaratmadığımı anladım. Peki, bu deyimden kasıt nedir. İsterseniz önce burjuvanın ne demek olduğuna bakalım?. Eski Fransızca "burgeois" sözcüğü "şehirde yaşayan" kent soylu anlamına gelir.19.YY’dan itibaren ise, Marksist terminolojide burjuva  kelimesi. Kapitalist sistemde üretim araçlarına sahip olup, emekçilerin artı-değerine el koyan sınıf olarak kullanılmaktadır.
 
Bilindiği gibi batıda,16.YY dan başlayarak şehirlerde ticaret yaparak zenginleşen  bir ticaret burjuvazisi gelişmiştir.Özellikle de deniz ulaşımının gelişmesi ile başlayan sömürgecilik bunların  zenginliklerini arttırmıştır.İşte böyle gelişen burjuvazi sanayileşme sürecinde,köylülerin ve tüm iş gücünün serflik, kölelik gibi bağımlılık ilişkilerinden koparak kağıt üzerinde özgür ve hareket serbestisine sahip işçi  olmasına gerek duymuştur..Özel mülkiyetin dokunulmazlığı, köylülerin köylülük, serflik ilişkilerinden koparılarak işine geldiği kadar ve kâğıt üzerinde de olsa özgürleştirilmesini de kapsayan burjuva demokrasisi işte böyle doğmuştur.
 
Feodalizme karşı ilerici olarak gelişen burjuva sınıfı en başta işçi sınıfı ile beraber, gelişme sürecinde aydınlanma, Reform, Rönesans ve demokratik devrimleri bu ihtiyacın sonucu olarak gerçekleştirmiştir. Bu dönemde feodalizmin çöküşünü müteakip kentlilerin ürettiği, kabaca. Kapitalizmin doğuşunun sancılarıyla aristokrat kültürün aşınması ve ondan alıntılarla zenginleşen burjuva kültürü de böyle gelişmiştir. Yaşam tarzı, sanat ve edebiyatta gelişmeler yaşanırken hep bildiğimiz önemli eserler yaratılmıştır. Kapitalizmin gelişmesine paralel olarak gericileşen burjuvazinin de tarihin geri sınıfları arasında yer almasıyla Marx’ın dediği gibi bu kültürde yozlaşmış, günümüzde açıkça görüldüğü gibi, META KÜLTÜRÜNE dönüşerek yok olma noktasına gelmiştir.
 
1299 da kurulan Osmanlı devleti ilk 400 yıl, fetihlerle büyüyüp,dünyanın en büyük imparatorluklar dan biri olmuştur.Son 300 yıl ise devamlı gerilemiş ve çöküş sürecinde değişik  tarihçilere göre bu enkazdan  24-35 arasında devlet ortaya çıkmıştır.Bu gerilemenin en büyük nedeni ise ekonomiktir.Osmanlı değişik yapı ve yönetimiyle batıdaki ekonomik gelişmeye uyamamış ve çökmüştür.Nedenlerine bir bakarsak?
 
Bütün toprakların çıplak mülkiyetine sahip olan Osmanlı devleti toplumu, Huberman’ın ortaçağ Avrupa’sı için kullandığı deyimle  ,’dua edenler,savaşanlar ve çalışanlar’ olmak üzere 3' e bölünmüştü.Dua edenler dediğimiz 1.sınıf kılıç ve kalem erkanı (ulema) dan oluşuyordu.Toplumun  % 10 unu teşkil eden köleler genelde,devşirmelerden ,savaş esirlerinden oluşup,saray,konak hizmetlerinde ve toprakta çalıştırılıyordu.Toplumun ufak bir kesimini ise tüccar ve tefeciler oluştururken ,%80 çoğunluğunu teşkil eden üretici halk çalışarak diğer kesimleri besliyordu.
 
Osmanlıda sivil-asker üst bürokrasi ve mahalli idarelerde görevli eşraf ve ayan devletin gücüyle, eline geçirdiği topraktan, tefecilik ve rüşvetten önemli ölçüde sermaye biriktirmişlerdi. Yine yabancı devletlerin koruması altındaki Hıristiyan tebaa da, ticaret ve tefecilikten önemli ölçüde sermaye biriktirmişti. Ezilen, sömürülen, mülksüzleştirilen kesimler ise köylü ve zanaatkârdı. Ancak padişahların sömürge ve manda zihniyetiyle genelde haremden yönettikleri ülkede biriken bu sermaye hiçbir zaman sanayi sermayesine dönüştürülememiş, sanayi burjuvazisi ve bağımsız aydın oluşmamıştır. Batıda feodal ağa ve kurumların büyük ölçüde yok edildiği bu dönemde, Osmanlı da kibar ve beyzadelerden oluşan bir saray aristokrasisi yaratılmıştır.
 
İşte Cumhuriyet böyle bir miras ve Lozan daki tüm indirimlere rağmen 160 milyon altın lira borç devralarak işe başlamıştır.Üstüne üstlük 1920’lerin sonlarında başlayan dünya ekonomik krizi ve ‘.Dünya savaşının yarattığı ekonomik zorluklar bu sıkıntıları kat kat arttırmıştır.. Solcu kadroları tu-kaka edip, devlet eliyle,1930’lar daki PLANLI DÖNEM DE, sermaye birikimi yaratma politikalarıyla da ve özelikle SSCB nin yardımlarıyla  Japonya ve SSCB hariç diğer tüm ülkeleri geçen bir kalkınma oranı yakalandı.
 
Cumhuriyetin ilk yıllarında 13,6 milyon nüfusun 10,3 milyonu köylerde yaşıyordu. Toprakların büyük kısmı ağaların elindeydi. Köylü zaten az olan toprağının yanında, çoğu şehirde yaşayıp, siyaset ve ticaretle uğraşan ağanın toprağında da çalışmak zorundaydı. Masraflar köylüye ait olmak üzere, ürünün yarısı ağanındı. Yine kazançları yetmediğinden, bankalar ise krediyi sadece ağalara verdiğinden tefeci ağalardan borç alırlardı. Karşılığında ise topraklarına el konulurdu. Toprak reformu yapamayan, ağanın gücünü kıramayan yönetim vergiler, fiyat ve düşük ücret ve türlü, çeşitli teşvik politikaları ile de, adeta BURJUVAZİYİ SERA KOŞULLARINDA YARATMIŞTIR. Doğal olarak da bu sınıf ülkemiz de hiçbir zaman ilerici, üretken bazılarının çok benimsediği şekilde milli! olamamıştır.
 
1940’lara gelindiğinde, ülkenin siyaset ve ekonomisinde, bankalar, büyük toprak sahipleri (ağalar)ve ticaret burjuvazisi hâkimdir.1946 da, çiftçiyi topraklandırmayı gündeme getiren CHP den ayrılan toprak ağalarının önderliğindeki bu ittifak,1950 de batıdakinin aksine, en gerici kesimle ittifak yaparak iktidara geldi. 2002 ye kadar da ülkeyi yönetti. Marshall yardımları, NATO falan derken planlı ekonomiden, ABD’nin istediği gibi, plan da fiilen rafa kaldırıldı. Her seferinde dışa bağımlılık ve devlet üzerinden ekonomik-çevresel talan-yağma arttırıldı. İMF’nin öncülüğünde, önce tarıma dayalı sanayileşme politikalarına, 1960’larda ithal ikameci sanayileşme,1970’lerde,  serbest ticarete ve ihracata dayalı sanayileşme politikalarına geçildi..1980’lerden sonra ise demokrasinin rafa kaldırılma süreciyle beraber liberalleşmeye, küresel sermayeye yamanarak mandalaşma, sahte burjuva yaratmaya ve zenginliklerini arttırmaya devam edildi. Küreselleşmenin geldiği noktada ise bu sistem demokrasi ile yürütülemeyeceğinden en gerici kesime ülke yönetimi başarıyla devredildi.
 
Görüldüğü gibi, ülkemizde batının aksine, kapitalizme geçişte, sanayileşmede demokrasi mücadelesinde, kültür ve hatta kendi sınıfını yaratmada neredeyse hiç payı olmayan bir burjuva sınıfı devlet eliyle ve halkın sırtından yaratılmıştır. 1980 öncesi başta yağ olmak üzere kıtlık yaratıp 12 Eylüle gerekçe yaratan bu sınıf,  başta TÜSİAD olmak üzere hemen tüm kurumları ve medyası ile gerici AKP’nin kendi burjuvasını yaratmasına bile sesini çıkarmayacak kadar gericiliğe destek olmuştur.
 
Çağımızda, küresel sistemde batıdaki burjuvazi en gelişmiş ülkelerde bile faşizme sığınmaktadır. Bizim gibi ülkemizdekiler daha çok olmak üzere, artık tarihsel olarak tam anlamıyla gerici bir sınıf haline gelmiş olup tüm insanlığa ve doğaya ciddi zarar vermektedir. Son araştırmalara göre ise doğal ortamında yetişmeyen SERA ÜRÜNLERİ kesinlikle yaşama ve sağlığa zararlıdır.
 
 

Etiketler:

Yazarın Diğer Yazıları