Bu şehirde hayvanlara bakanlar çoğu zaman tabelasızdır.
Ne barınakları vardır ne bütçeleri.
Ama vicdanları, bir kurumdan çok daha büyüktür.
İzmir’in kırsalında, kenar mahallelerinde, bazen bir zeytinliğin içinde, bazen bir boş arazide…
Kendi imkânlarıyla en az 10–15 hayvana bakan insanlar var.
Maaşından mama ayıran, borcunu erteleyip veteriner parasını ödeyen, yağmurda kulübe yapan, yazın bidon bidon su taşıyan insanlar…
Kimseye yük olmadan.
Kimseden alkış beklemeden.
Bu insanlar belediyelerden destek göremiyor.
Zaten belediye barınakları da vatandaşın desteğiyle ayakta durmaya çalışıyor.
Ama işin asıl yükünü taşıyanlar, hiçbir sistemin içinde olmayan bu gönüllüler.
Ve en acısı şu:
Bu insanların baktığı hayvanlar “sokak hayvanı” sayılıyor,
ama sahiplendirme ağlarında görünmüyor.
Çünkü ilan verecek güçleri yok, seslerini duyuracak mecraları yok.
Oysa bu hayvanlar hazır.
Alışkınlar, uyumlu, çoğu kısırlaştırılmış.
Bir evin, bir bahçenin, bir ailenin parçası olmaya hazırlar.
Bir hayvanı hayatına almak; onun hastalığında yanında olmak, yaşlandığında terk etmemek, heves geçince kapının önüne koymamaktır.
Ama tam da bu yüzden çok kıymetlidir.
Çünkü sahiplenen insanın hayatı da değişir.
Daha yavaş, daha şefkatli, daha farkında olur.
İzmir bunu başarabilecek bir şehir.
Mahalle kültürü olan, dayanışmayı bilen, sokakta gördüğüne selam veren bir şehir.
Eğer istersek, barınaklar geçici durak olur; kalıcı adresler evlerimiz olur.
Bir köpek, sabah yürüyüş sebebiniz olabilir.
Bir kedi, eve dönme nedeniniz.
Bir can, çocuğunuza merhameti öğretmenin en gerçek yolu…
Bu köşeden çağrım net:
Satın almayın. Sahiplenin.
Görmezden gelmeyin. Sorumluluk alın.
Ve unutmayın, bir şehrin medeniyeti kaldırımlarında değil, vicdanında ölçülür.
İzmir’in vicdanı hâlâ çok canlı.
Yeter ki biz, onu hatırlayalım.
YASEMİN BEKTAŞ
31.12.2025
Ailemize yeni katılan Yasemin Bektaş her hafta ruhunuza dokunacak yazılarıyla sizlerle beraber olacak. Aramıza hoş geldin.



